Prof. Dr. A.Taner Kışlalı, 1978 yılında ‘Kültür Bakanı’ olarak görev yaptı.
Son zamanlarında, gazetedeki köşesinde yayımladığı bir yazısında şu satırları okumuştum;
“Acıların İmbiğinden, Ağuları Bal Eyleyen Bedenimin,
Bir Gün, Öç Alma Duygularına Yenilmesini İstemiyorsan,
Lütfen Anla Beni…”
Prof. Dr. A. Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999 günü saat 09.40'da Ankara'daki evinin önünde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
YILAN HİKAYESİ
Adamın biri yolda giderken taşın altına sıkışmış bir yılan görür ve taşı kaldırıp yılana yardım eder.
Yılan kendisini kurtaran adama teşekkür eder ve adamdan kendisini takip etmesini ister.
Yılan; adamı bir deliğin önüne getirir ve beklemesini söyler, kısa bir süre sonra ağzında bir altın lira ile geri döner, adamdan altın lirayı bir şükran borcu olarak almasını, her ihtiyacı olduğunda da gelip bir altın lira alabileceğini söyler.
Adam teşekkür eder ve oradan ayrılır.
Gel zaman git zaman, aradan yıllar geçmiş ve adamla yılan iyiden iyiye dost olmuşlardır artık.
Gün gelir adam hastalanır ve yatağa düşer, zor durumdadır ve paraya ihtiyacı vardır, fakat yılanın yanına gidemeyecek kadar hasta olduğu için oğlunu çağırır.
Oğluna durumu anlatır, yeri tarif eder, gidip yılana durumu anlatmasını ve bir altın lira alıp gelmesini ister.
Çocuk önce babasının deli olduğunu düşünür ama yine de gider, yılanı bulur ve yılana durumu anlatır.
Yılan deliğe iner, kısa bir süre sonra ağzında bir altın lira ile döner.
Buna şaşıran çocuk, “deliğin içi altınla dolu olmalı” diye düşünür ve yılanı öldürüp altınların hepsini alma fikrine kapılır.
Yerden büyük bir taş alır yılana fırlatır, yılan da can havliyle çocuğa zehirli dişlerini geçirir.
Taş, yılanın kuyruğuna isabet eder, yılanın kuyruğu kopar, çocuk ise orada can verir.
Hasta adam bu durumu öğrenince çok üzülür, tek oğlunu kaybetmiştir.
İyileşince yılanın yanına gider ve der ki;
“Biz senle çok şey paylaştık, yıllarca dost kaldık, tamam oğlum sana ihanet etti ve sen de ona cezasını verdin.
Bu benim suçum, oğlumu buraya göndermemeliydim ama herşeye rağmen senle dost kalmak isterim, hem artık kimsem de yok, yeniden dost olalım, ne dersin?” der.
Yılanın cevabı buruk ama kesindir;
“Bende bu kuyruk acısı, sende bu evlat acısı oldukça bizden artık dost olmaz!..”
İçinde güven duygusu barındıran ve insana dair her ne tür ilişki yaşanmış olursa olsun, güven duygusu bir kere yok olunca bitiyor.
“Keşke” diyorsunuz ama bir sefer yaşanmışsa artık tekrar güven duyulamıyor, olmuyor. Bitiyor...
Söz çıkınca ağızdan geri alınamıyor.
Ok çıkınca yaydan geri dönmüyor.
Çözüm sürecinde söylenenler, Türk Milleti tarafından unutulamıyor!..
İnsanların yaradılışında güven duygusunu yaşamaya ihtiyacı olduğundan yola çıkarsak;
Konuşmadan, ya da fikrinizi hayata geçirmeden iki kez düşünmekte, hele hele koskoca bir ülke yönetiyorsanız eğer, çok daha fazla düşünmekte fayda olduğu ciddi bir mantıktır sonucuna varıyoruz.
Geç olsa da birilerine; bir Kızılderili’nin “öğrenmek yaşam boyu sürer” sözünden yola çıkarak fayda sağlamak istedim.
Yürürlükteki 1982 tarihli Anayasa'nın 66. maddesine göre, "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür." tanımı yapılmıştır.
Tam 17 dil bilen, Türk Tarih Profesörü İlber Ortaylı, tüm dünya ülkelerini örnek vererek ne güzel de anlatmıştır zamanında yapılan yanlışı;
“Elli sefer söyledim odun kafalılara, kendine has dili olanlara MİLLET denir.
Sonu, -lı -li diye bitenler belirsizdir.
Amerika’lı, Kanada’lı, Peru’lu, Pakistan’lı, Avustralya’lı, Arjantin’li, Şili’li, Yeni Zelanda’lı, İsviçre’li diyebilirsiniz.
Çünkü bunların kendine has dili yoktur.
Alman’a Almanyalı, İngiliz’e İngiltereli, Fransız’a Fransalı, İtalyan’a İtalyalı, Rus’a Rusyalı, Japon’a Japonyalı diyemezsiniz.
Aynı TÜRK’e Türkiyeli diyemediğiniz gibi.”
Herkes ettiğini çeker, zaman yaklaşıyor!..
Yorum Yazın