Osmanlı’nın yıkılışı ile birlikte Anadolu'da kurulan Türkiye Cumhuriyetinin en önemli sorunu para ve nitelikli insan kaynakları sorunudur.
O dönemde okuma yazma oranı %7 idi. Okuryazar olanların da önemli kısmı gayrimüslim vatandaşlarımızdı. Kurulan yeni cumhuriyetin kurumlarının inşaa edilmesi için önemli miktarda para ve bu kurumları yönetecek, çalışacak önemli bir kadro gerekliydi. Savaştan yeni çıkmış, önemli oranda kaynaklarını harcamış bir devlet olarak ülkedeki azınlıkların yönetimlerde etkin konumlarda olmasının yolu bu şekilde açılmıştı. Zaten Osmanlı yönetimi de gayrimüslim vatandaşlarımızdan yararlanmıştı.
Türkiye’de yaşayan; Yahudiler Ermeniler ve Rumlar, yeni kurulan ulus-devlet odaklı Türkiye Cumhuriyetinde etnik kimliklerini kullanarak istediklerini yapmakta zorlanacakları için etnisitelerini gizlemeye çalışmış, Müslüman isim ve soyadları kullanarak Türk zannedilmelerini sağlamışlardır.
Bu sayede; siyaset, bürokrasi, iş âlemi ve medyada rahatça misyonlarını sürdürebileceklerdi.
Bu kitlenin yaşam ve inanç tercihleri, Müslümanlardan farklı olduğu için, kendilerine yakın buldukları ideolojilere uygun STK’lara yerleşerek yaşamlarını etkin bir biçimde sürdürmüşlerdir.
Kendilerini güçlü hissettikleri dönemlerde, Müslüman halkı da dönüştürmeye, değiştirmeye çaba göstermişlerdir. Yılbaşı kutlamaları, piyango, her türden içki ve kumar, çeşitli özel kutlama günleri ile aile, gelenekler ve din hedef alınmıştır.
Masonluk, Bilderberg, rotary kulüp üyeliği, lions kulüp üyeliği vs gibi STK’lar, gayrimüslimler gibi Müslüman seçkinlerin de girebildiği özel amaçlarla kurulmuş yapılardır.
Bu organizasyonlarla; Anadolu halkının dinini, geleneklerini cazip sloganlarla, söylemlerle bozmaya çalışmışlardır. Eşitlik, adalet, kardeşlik, sevgi gibi toplumun iyi niyetlerle yaklaşabileceği konuları öne çıkararak; İslam dininin bu konulara bakışının ilkel ve yanlış olduğu tezini sıklıkla işlemişlerdir.
Amaçlarına ulaşmak için; çağdaşlık, demokrasi, feminizm, çevrecilik, engelli hakları, kadın hakları, LGBT gibi konularla da yakından ilgilenerek, halkın inanç ve geleneklerine farklı bakış açılarıyla yaklaşmışlardır. Mustafa Kemal'in bu yapılara sıcak bakmadığı ve masonluğu yasaklamasına rağmen, Kemalizm’e de sirayet ederek, batıdan aldıkları siyasi güçle, Kemalizm’i resmi ideoloji olarak dayatarak, kökleri dışarıdan kanunlar ve düzenlemelerin ülkeye yerleşmesinde büyük oranda pay sahibi olmuşlardır.
Medya, siyaset dünyası, bürokrasi ve finans dünyasındaki güçlü varlıkları bunda etkili olmuştur.
Bunlar, ürettikleri yeni nesil Türklük kavramıyla her türlü milli manevi değerimize savaş açıp, ellerinde tuttukları sermaye ve medya gücüyle de özellikle sanatçı adı altında rol modeller çıkararak nesillerimizi her dönem biraz daha fazla dönüştürüp asimile ettiler.
Öyle ki bizi bir arada tutan en önemli değerlerimizin içleri, filmlerle, algı ürünü haberlerle, bilim adamı görünümlü ajanlarla boşaltıldı.
O kadar başarılı oldular ki bugün önemli sayıda insanımız, babalarının, dedelerinin uğruna öldüğü/öleceği değerlerle dalga geçiyor. Müslümanların katledilmesini umursamamayı hatta o Müslümanlardan nefret etmeyi ise milliyetçilik sanıyor.
Peki, biz buna karşı ne yaptık veya yapıyoruz. Dahası bize yapılanların farkına vardık mı?
Bağımsızlık için, askeri yönden güçlenmek çok önemli ancak daha da önemlisi ekonomik yönden kendi kendine yetebilecek bir yapıya ulaşabilmektir. Bunun yolu üretimin teşvik edilmesi, ARGE ile desteklenmiş yüksek teknolojili ürün üretimi, sorgulayan eğitim sistemi, adil bir hukuk, halkın refahını önceleyen siyaset şeklidir.
Maalesef ki bütün bu özellikler çok iyi bilindiği halde uygulanmamaktadır.
Vakit geçiyor.
Vakit boşa geçiyor. Vakit geçtikçe nesiller kaydediliyor.
En iyi insan kaynaklarımız yetişti ancak kaybediyoruz göz göre göre.
Yorum Yazın