Siyaset ve bürokrasi dünyası nasıl yaşar?
Yaşantılarına ve iş yapma biçimlerine etki eden önemli faktörleri nereden öğrenir?
Kısaca onların rol modelleri kimlerdir?
Bu soruların cevabını hep merak etmişimdir. Araştırma ve gözlemlerinde çoğunlukla şunu gördüm ki, kendilerinden önceki kadroların yaptıklarını yapıyorlar. Onlar gibi yaşıyorlar, onların yapıp ettiği ancak akıllarınca bir mantığa bürüdükleri; yolsuzluk, israf, liyakatsiz atamaları aynı yollarla sürdürüyorlar. Öyle ya dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok!
Nasıl zengin olunur?
Nasıl yasal kılıfa sokulur?
Onlarca yıldır uygulanan ve bir türlü hesabı sorulamayan hak edilmemiş zenginlikleri herkes biliyor ancak kimse hesabını soramıyor. Burada Allah, ahiret, ahiretteki büyük mahkeme, adil olmayan paylaşımlar sonucunda zarar gören milyonlarca kişilerin kul hakları vs vs gibi lanetlik acılar, beddualar devreye giriyor.
Bundan dolayıdır ki, bir türlü; halkı Müslüman ancak yöneticileri çok kurnaz, iş bitirici ve mal yığıcı İslam coğrafyasının burnu b*ktan kurtulmuyor!
Bize rol model olacak en önemli örnek hiç şüphesiz Hz Muhammed AS’ dır. Onun adaleti, merhameti, doğruluğu dünyanın en etkili liderlik sıralamalarında yüzlerce yıldır bir numarada.
Bizim örnek almamız gereken, yüz akı olmuş başka liderlerimiz yok mu? Islam dünyası ve tarihi bu konuda o kadar zengin ki...
Farklı dönemlerden 4 örnek alalım:
Selâhaddin Eyyubi
Haçlılar Kudüs’ü ele geçirdiklerinde, halkın çoğunu kılıçtan geçirmiş ve çok kimseye de işkenceyle zulmetmişti. Buna rağmen Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü geri aldığında; Kudüs halkına zulmeden Haçlıları esir alıp, can güvenliğini sağlamış; ülkelerine geri dönerlerken, onlara koruma sağlamıştır.
Ömer Muhtar
İtalyanların, Libya’da yaptığı katliam, işkence ve tecavüzler dillere destandır. Graziani, teslim olan halkın gözleri önünde Kur’an-ı Kerim’i paramparça edip, ayaklarının altında çiğneyerek “Haydi, çağırın da (hâşâ) bedevi peygamberiniz yardımınıza gelsin.” diyerek; Müslümanların en kutsalına hakaret etmişti. Ve hemen ertesi günü, şehrin ileri gelen uleması uçaklardan atılmış, vahadaki bütün hurma ağaçları kesilmiş, kuyular yakılmış, Mehdi Senusi’ye ait tarihi kütüphane, alevlere teslim edilmiş ve insanların namusları kirletilmişti...
Böyle bir atmosferde, bir grup İtalyan askeri pusuya düşürülür ve bütün unsurlarıyla birlikte, yok edilir. Geriye yalnızca genç bir teğmen kalır. O da esir edilmiş ve kelepçeli bir hâlde, Ömer Muhtar'ın karşısına getirdiklerinde; Ömer Muhtar, genç teğmenin ellerini çözer ve İtalyan bayrağını da eline tutuşturarak “Bunu al ve git. Komutanlarına söyle, bu bayrak buraya ait değil.” der.
Ömer Muhtar'ın askerleri, teğmenin serbest bırakılmasını şaşırırlar ve “Ama onlar bizi öldürüyorlar.” itiraz ederler. Ömer Muhtar'ın cevabı: “Onlar bizim öğretmenimiz değil.”
Ömer bin Abdülaziz
Ömer bin Abdulaziz'in Halifeliği 2.5 yıl sürmüş ancak çok etkili ve tüm zamanlara örnek olacak bir yönetim süreci olmuştur.
Halife Ömer bin Abdülaziz'in saraydaki lüks eşyaları beytülmâle koydurması, köle ve câriyeleri âzat etmesi, halktan biri gibi yaşaması ve hutbelerde sadece halifeler için yapılan duayı halk için okunan umumi duaya çevirmesi gibi uygulamalarıyla Emevilerin geleneksel saltanat görüntülerine son verdi.
Muaviye’den itibaren Emevî hânedanı mensuplarının ve devlet adamlarının gasbettikleri malların tespitini ve hak sahiplerine iade edilmesini sağlamaya çalıştı. Muaviye tarafından Mervân’a tahsis edilen ve zamanla kendisine miras kalan Fedek arazisini sahipleri olan Ehl-i Beyt mensuplarına iade etti. Önceki halifeler tarafından kendisine verilmiş diğer gayrimenkulleri ve kıymetli eşyayı beytülmâle devretti. Hanımının mücevherlerini ve evindeki fazla eşyayı da beytülmâle koydurdu. Halifelik görevi karşılığında maaş almayı reddetti. Emevî hânedanı mensupları ve diğer devlet adamlarının haksız kazançlarının tespiti için geniş kapsamlı bir çalışma başlatması, ellerindeki malların alınmasına tahammül edemeyen yakınları tarafından tepkiyle karşılandı ve ölümle tehdit edildi. Ancak o bu tehditlere aldırmadan bu uygulamayı ısrarla sürdürdü. Onun bu uygulamaya karşı çıkan yakınlarını Medine’ye gidip halifeliği şûra sistemine çevirmekle tehdit ettiği rivayet edilir.
Ömer b. Abdülaziz halifeliği sırasında çok sade bir hayat sürmüş, saraylarda oturmayıp Halep civarındaki Hunâsıra’ya yerleşerek zamanının çoğunu orada geçirmiş, resmî ve sivil heyetleri genellikle orada kabul etmiştir. Kamu mallarını yetim malına benzetir ve beytülmâli kendisine bırakılan bir emanet kabul ederdi. Hazineden maaş almadığı gibi şahsî işlerini yürüttüğü sırada devlete ait mumu dahi kullanmadığı kaydedilir.
Malî sistemde yaptığı düzenlemelerle güçlenen devlet hazinesini savaş yapmak veya isyanları bastırmak için değil halkın refah düzeyini yükseltmek için kullandı. İlk İslâm tarihçileriyle bazı şarkiyatçılar, sadece iki buçuk yıl sürmesine rağmen onun döneminde büyük bir maddî kalkınma olduğu konusunda birleşirler. Kendisine karşı sevgi ve güven duyan mükellefler zekâtlarını ve vergilerini ödemede duyarlı davrandıkları için halkın refah seviyesi yükseldi. Ticaretle uğraşanlar dışında herkese yeterli miktarda maaş bağlandı ve böylece ülkede muhtaç kimse kalmadı. Zekâta muhtaç Müslümanların sayısının azalması sebebiyle artan zekât ve vergi gelirlerinin bir kısmı esirleri kurtarmak, borçlulara yardım etmek, fakir bekârları evlendirmek için kurulan yardım fonlarına aktarıldı.
Fakirler ve yolcular için aşevleri, işlek yollar üzerinde yolcuların bir gün ücretsiz olarak kalabilecekleri konaklar inşa edildi.
Aliya İzzetbegoviç
Sırplar, savaşın başladığı ilk gün Boşnak komşularının evlerine koşmuşlardı.
Yemeğini yediği, suyunu içtiği komşularının eşlerine saldırmışlardı. Kadınlara ve kızlara, peş peşe tecavüz etmişlerdi. Tecavüz mağdurlarının bazıları, Sırplar ve Hırvatlar tarafından, hemen oracıkta öldürüldü. Hayatta kalan ve çocukları ya da kocasının önünde defalarca tecavüze uğrayan pek çok Boşnak kadın, ciddi psikolojik problemler yaşadı.
Bir müddet sonra, Boşnak askerler çok sayıda Sırp’ı esir alırlar. Hepsi asker. İhtimal ki, serbest olsalardı, onlar da aynısını yapacaklardı.
Boşnak asker soruyor başkomutana:
“Şimdi biz bu esirleri ne yapalım?”
Başkomutan Aliya sakince cevap veriyor:
“Onlar bizim esirlerimiz. Yani misafirlerimiz. Onlara misafir gibi davranacağız.”
Duyguları kabarmış, öç alma telaşına kapılmış genç asker, içindeki itirazı saklayamaz: “İyi ama komutanım, onlar bizim bacımıza tecavüz ederken, çocuklarımızı katlederken...”
Aliya yine sakindir: “Onlar bizim esirimiz dedim asker, onlar bizim öğretmenimiz demedim ki…”
Bir Müslüman olarak her hâlükârda insanlığımızı muhafaza etmeliyiz…
Kâfirler, zalimler, münafıklar veya seküler yaşamın etkisiyle helal/haram sınırları belirsiz insanlar gibi davranmamalıyız…
Son söz: Hukuk standartlarının düşüklüğü, gelir adaletsizliği, yolsuzluklar, liyakatsizlikler, acımasız özelleştirmeler, peşkeş çekilen milyonların hakları, bu ülkeleri fakirlikten, enflasyondan, terörden, Savaşlardan, iç ve dış kaynaklı huzursuzluklardan bir türlü kurtaramıyor.
Galiba biz rol modellerimizi aklımızla değil nefsimizle seçiyoruz.
Yorum Yazın