45 yıldan beri Türk siyasetini, yargısını, eğitim dünyasını, piyasaları, endüstriyel, tarımsal ve entelektüel üretimlerini yakından izlerim, hiç bu kadar kötü olmamıştı!
Dün TBMM deki sahneleri keşke hiç yaşamasaydık. Çocuklarımıza ve dünyaya rezil olduk.
Sebebi neydi?
YSK onayıyla aday olan ve halkın oylarıyla seçilmiş bir milletvekili ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasının sağlanmasıydı.
Bu çok açık bir "anayasa" gereğini yerine getiremeyen "Yüce Meclis" tatile çıktı.
Ne diyelim,
Ä°yi tatiller.
Tarihe iyi bir imajla geçemediniz.
Şimdi bütün hukuki yollar tükendi. Sıra AHİM’de. Şimdi dünya bu siyasal ve hukuk garabetimizi yakından görecek. Türk siyaseti ve yargısı hakkında istatiksel geri kalmışlığımızın bir kanıtını daha görecekler.
Neden bu inat ?
Neden bu nefret siyaseti sürdürülüyor?
Anlamak çok kolay değil.
3 Kasım 2002 seçimlerinden önce,
Büyük bir deprem yaşanmıştı, ekonomik krizler vardı, bankalar ve bir takım şirketler batıyordu. Yolsuzluklar, yoksulluk halkı canından bezdirmişti. Böyle bir envanterle seçime gidildi.
Ak Parti büyük bir zafer kazanmıştı. Seçim söylemleri; hep halkın refahı, hukukun üstünlüğü, üretimin arttırılması, dış siyasette komşularla sıfır sorun , Avrupa Birliğine giriş vizyonu, eğitim sisteminde reform...
2002 seçiminden sonrası gerçekten bu hedeflere yönelik çabalara başladı.
Kalkınma hamleleri ve komşularla sorun yerine dostluk ve ticaret, Avrupa Birliğine giriş çabaları büyük umut verdi. Demokrasiye uymayan birçok yasa ve yönetmelikler değiştiriliyor, üretim teşvik ediliyor, ihracat, markalaşma, özgürlükler, üniversiteler, yerel yönetimler destekleniyordu.
Bir süre sonra bu hedefler unutulmaya başladı. Eser siyaseti denilerek ülke baştan başa betona gömüldü. Otoyollar, köprüler, Havalimanları, yeni üniversiteler, yenilenen adliye sarayları cezaevleri, kaymakamlık binaları resmi binalar, şehir hastaneleri sardı ortalığı.
Bu beton yapıların bir çoğunun aciliyeti yoktu. Bunlara verilen müşteri garantisi gereği birçok hastane gayet iyi durumda olmalarına rağmen kapatıldı.
Adana Şakirpaşa Havalimanı bu darbeyi yiyen sapasağlam, kâr eden ve Adanalının kalmasını çok istediği kurumlardan sadece biriydi.
Büyük Marmara depremi üzerinden 25 yıl geçti. Çürük binalar yıkılıp, yenilendi mi?
Gerekli önlemler alındı mı?
Kentsel dönüşüm hedefleri yerine getirildi mi?
Olası bir deprem için senaryolar, hazırlıklar tamam mı?
Bunların cevabını bütün Türkiye biliyor ki hiçbiri yerine getirilmedi.
Varsa yoksa "eser siyaseti" denilen ve gelecek nesillerin "orta gelir tuzağına " düştüğümüz yıllar olarak anılacak bu yanlış "ekonomi ve yatırım " yılları.
Tarımda kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyken artık bir çok tarımsal ürün ve et ithal eder konuma düşürüldük.
Tarımda/tarlada yangın var.*
" - Böylesi ilk kez yaşanıyor, çiftçi her üründen zarar ediyor. Daha önce bir üründen zarar etse diğerinden kazanıyordu.
-Bu yıl çiftçi ürününü dahi satamıyor.
Domates, kavun, karpuz ve bir çok ürünün hasat edilmesi ve satılması gerekiyor. Bunlar depoya girecek ürünler değil. Acil önlemler alınmasına ve çiftçinin zarar etmeyeceği fiyata ihtiyaç var."
Tarımda acil önlem sinyalleri çok uzun zamandan beri geliyordu oysa. Tarım ürünlerini taşımak artık başlı başına bir maliyet yükü. Mazot, otoyol geçişleri, köprü vs ile sebze meyveye değil, ulaşım maliyetine para veriyoruz resmen.
Hükümetler bu otoyolları, köprüleri vatandaşın vergileriyle yapmıyor mu?
Bunların yapılış gayesi vatandaşa yeni yükler getirmek miydi?
Hepsinin ücretsiz olması gerekmez miydi?
Maalesef, enflasyon ile, israf ile mücadele ediyoruz söylemlerinin alt boş. Enflasyonu azdıran en büyük girdiler lan: ulaşım, eklektik, doğalgaz zamları bizzat iktidar tarafından yapılıyor.
İsraf için söyleyecek söz bulamıyorum. " İtibardan tasarruf olmaz" sözü söylendi bu ülkede. Bu zihniyet tasarruf yapabilir mi?
Dilerim ki Türkiye'de artık normalleşme gerçekten başlayabilir. Hem hukuk olarak, hem liyakati üstün vatandaşlarını atamalarda öne alarak... Arkası kendiliğinden gelecek.
Başka bir Türkiye yok. 100 yıl önce Osmanlı'dan kopan ülkeler, kendi krallık yönetimlerini göstermelik tutup, demokrasiyle yola çıkan ülkeler bizimle aynı süreçleri yaşadılar. Onların kişi başı kazançları 30-60 bin dolarlara ulaşmışken, bizim 10 binlerde takılı kalmamızın sebebini sorgulamayacak mıyız?
Halkını zengin ve mutlu eden kalkınmış ülkelerin hangi özellikleri bizden üstün?
Dinleri, gelenekleri, tarihleri mi?
Siyaset yapma biçimleri mi?
Eğitime, bilime verilen önem mi?
Çalışkanlıkları mi?
Ahlaklı ve ilkeli olmaları mı?
Hukuku üstün tutmalar mı?
Torpil, adam kayırma, ihale şaibelerinin, vergi kaçırmanın büyük ayıp ve suç olması mı?
Planlamaya büyük önem verilmesi mi?
Üretime değer, ARGE’ye, inovasyona büyük oranda bütçe ve insan kaynakları ayırmaları mı?
Bağımsız, özgür üniversiteler mi?
Özgür basına sahip olmaları mı?
Haydi sorgulayalım biraz.
*Ali Ekber Yıldırım
Yorum Yazın