Jared Diamond’ın ‘Tüfek Mikrop ve Çelik’ kitabını okurken; insanın kendisi ve çevresi, tarihi ile ilgili soruların yanıtlarını aramasının önemini bir kez daha kavradım.
Kuşkusuz; okuma alışkanlığı olan insanlar, kendi bilinç düzeylerinde sorguladıkları gerçekleri ararlar.
Edebiyattan bilimsel eserlere kadar üretilmiş ne varsa hepsi de arama, bulma, ifade etme, kavramlaştırmayla biz okurlara yeni ufuklar açmaktalar.
Evren; dünya ya da başka gezegenlerin oluşumları, varlıkları, dinler ve bilimsel çalışmalarla izah edilirken, elbette canlı hayatın başladığı dünyamız ile ilgili binlerce yıldır sorular birikmekte ve insanoğlu bu soruların yanıtlarını aramaktadır.
Tüm ideolojik tutum ve önyargılarımızdan arınarak yaşadığımız dünya ile ilgili sorular sorarken, en temel soru “insan nasıl insan oldu?” olmuştur.
Teoriler, bilimsel çalışmalar ya da inançlarla izah ettiğimiz bu temel soruya karşı insanoğlu tarih boyunca bir tutum almıştır.
Tüfek Mikrop ve Çelik kitabının, yazarını bu eseri üretmeye yönelten nedenler arasında, o durduğumuz yerler vurgulansa da; 1972 yılında Yeni Gine’de ‘Yali’ adında bir yerli siyasetçiyle karşılaşan yazar, Yali’nin basit bir sorusu üzerine gerçekten harika bir araştırma eseri ortaya koymuş.
Yali’nin sorusu basit, “neden siz beyazların bu kadar çok kargosu var, bunları Yeni Gine’ye neden getirdiniz ve biz siyahların kendi kargosu neden bu kadar az?”
Yeryüzündeki eşitsizlikler, sömürü düzenleri, tarım toplumlarından sanayi toplumlarına geçişler ve bu süreçlerde kapitalizmin savunduğu “insanın doğasında var” denilenleri, insanların yazmak, ölçmek ve biçmekle ilgili serüvenlerini, yiyeceklerin kıtalar arasındaki yolculuklarını, yönetim, köle, üst sınıf ilişkilerinin temellerini, doğu-batı veya kuzey-güney yarımküreler arasındaki gelişmişlik farklılıklarının nedenlerini ve yeryüzünde 13 bin yıldır durmadan hareket eden insanlığın tarihini görmek isterseniz, Jared Diamond’ın bu eserini mutlaka okumalısınız derim.
Pandemi günleri yaşanırken, bilge bir kızın bana hediye ettiği bu kitabı, tıpkı kitabın yazılma süreci gibi ben de okurken uzun tuttum. Kitap bittiğinde yaşadığım coğrafyayla ilgili çok birikimim olduğunu düşünürken, bilmediğim onlarca detayın farkına vardım.
Evet; sulu tarımın, buğdayın, arpanın ilk üretildiği “Bereketli Hilal” denilen yerler Anadolu’nun parçalarıydı. İnsanlığın, o uzun serüvendeki odak noktalarını görmek heyecan vericiydi.
Kitabın içeriğinden daha fazla bilgi verip, sizlerin okuma zevkinin önüne geçmek istemem.
Tarihsel metinleri okurken; antropoloji, arkeoloji gibi bilimsel alanları yok saymadan ilerlemek zorundayız. Tüm bilgi ve bulgulara, bizim olan dünya ve kendi öz yaşamımız gözüyle bakmalıyız.
İnsanlık geçmişini sorgulamamış olsaydı, geleceğini kuramazdı!..
Yorum Yazın